DOĞA VE İNSANIN PARADIGMASI
Atalarımızın tarih sahnesine çıkmasıyla oluşturdukları yerleşik forma "ilkel toplum" denir. İlkel toplumun geliştiği en önemli aşama anaerkil sistemin uygarlık dönemidir kanaatimce. Ben buna rıza toplumu diyorum. Neden böyle diyorum; bunu açıklamaya çalışırken Hızır da yardımcım olursa bir paradigmayı ortaya koymaya çalışacağım.
Atalarımız tarih sahnesine çıktıklarında, avcı toplayıcı gruplar halinde yaşıyorlardı. Yerleşik hayata geçerek tarım toplumunu geliştirmiş ve emeğin ortaya çıkmasını sağlamışlardı. Emeğin ortaya çıkması insan atamızın tarih sahnesinde alacağı rolleri de belirlemiş, toplumsal iş bölümünü ve kültürel dokusunu da şekillendirmişti. Bunun nasıl olduğuna kısaca bakalım.
Doğada ki her canlı ve cansız varlık, kapladığı hacimle diğer tüm varlıklarla iletişim halindedirler. Taş, toprakla; rüzgar, yağmur yeryüzü ile. Su, canlılar ve yeşil bitkilerle iletişim geliştirerek yaşamın devamını sağlarlar. Rüzgar taşı aşındırarak iletişim kurar. Güneş ısıtarak, ağaç kök salarak, yağmur yağarak iletişim geliştirir. İnsan atamızda kurduğu geliştirdiği iletişimde bu dengeyi gözeterek yaşam kurmuştur.
İnsan atamız sosyal yaşamında her sesi, her heceyi, sosyalliğinde oluşturduğu bir duygu ve duygunun dayanağı olan simgeyle sembolleştirmiş, kavramlaştırıp, her dilde geliştirdiği bütün fiil ve sıfatları ağız ve gırtlakta sese dönüştürüp ,zihin de kavramlaştırıp pratikte anlam düzeyine çıkararak davranışta eyleme dökmüştür.
İletişimde kullandığı her kelimeyi doğa ve insanda maddi bir karşılığıyla kelime olarak süzüp yaşamında kullanmış. letişimini kurduğu ruhsal ilişkilerde her anlama mana katmış. Algısını buna göre zenginleştirmiş.
Kışın doğadaki tüm canlılar toprağın altına veya kışı geçirecekleri bir mekana yani kendi hanlarına çekilirler. Baharın gelmesiyle başlayan doğum sancısı yerini tabiatın ihtişamına bırakır ve doğa, cemalini, nurunu açığa çıkarır. Gece Ayla aydınlanır, gündüz Güneşle nurlanır. İlk mitoslarda yer alan Ay tanrısı, Güneş tanrısı, atalarımızın yaşadığı evreyi kutsayarak yaşamı anlamlandırma, yorumlama ve yaşam pratiği geliştirme becerisi ancak doğayı taklit edip ,gözlemlemekle mümkün olabilmiştir. Doğadaki tüm varlıklar gibi insan atamızda gördüğü, dokunduğu her şeyi anlamlandırarak sosyallik geliştirmiş ve kutsayarak kültürleşmiştir.
Doğanın doğurganlığı Güneşle, suyla sağlanır. Her canlı bu demde filizlenir. Her dem, kendi komunda dillenir. Nasıl ki mavi gezegenimiz, doğa için han; doğa da canlılar içinbir mekandır, atalarımızda yaşamlarını sürdüreceği evleri inşa ederek kendi yaşam formlarını yerleşik hayatla sürdürmeye çalışmışlardır. Yaşamlarını kurdukları mekan, bir dağ eteğinde ve suyun güzergahında yaşam sürdürmüşlerdir. Önce yaşadıkları dağ mekanlarını kutsamışlar ve bu dağın eteğindeki suyu kutsayarak aziz bilmişlerdir. Yaşadığı ormanlığı kutsayarak, ağacı kutsal saymışlardır. Böylelikle suyun ve ağacın hunharca kullanılmasının önüne geçmişlerdir.
Tıpkı doğa gibi doğurgan olan klanın anası , sisteminde kurucusu ve yöneticisi olmuştur. İlk yasa ana toplumunda uygulanmıştır. Ocağı kuran, rzık-ı paylaştıran ve kurallaştıran ana dır. Artık ana yol rehberidir. Dağ zirvelerine yaptıkları evler ve ziyaretlerle dağları mühürleyip yaşam kurallarını doğayla biatla sürdürmüşlerdir. Bu doğayla oluşturulan bir yol kardeşliğidir. Bu yazılı olmayan sezgisel bir hukuktur. Rıza topluluklarının oluşturduğu komlarda ateş ocakta yakılır. Ocak aynı zamanda evinde ismidir. Ocak evi nurlandırandır. Ocağı yakan, yolu da sürsürendir. Ocak zadelik bir koma bağlı olmadır. Her ocak, birbiriyle iletişim halinde, aynı yolda yürüyen bir inanç sistematiğiyle birbirine bağlanıp sezgisel ,sözsel gelenekle devamı sağlanan, damlanın deryayla buluştuğu bir yaşam formudur. Bu hakk yoldur. Hak,hek eski dımilicede pay anlamında kullanılır. Hakk yol veya reya hakk rızk'ın paylaşımını sağlayan yoldur. Aşık Veysel diyor ya dünya iki kapılı bir handır işte insan atamızın kurduğu evde bir handır. İnsan kalbide bir handır. Marifet bu handa filizlenir. Her komda dillenir, yaşam bulur. Doğanın küçük bir tezehürünü gerçekleştiren insan atamızın, ruhsallık katarak geleneğe dönüştürdüğü mekandır bu han. Rızaya dayalı bir ahlakında geliştiği bir evredir. Henüz çıkarın olmadığı, Uzak diyarların talan olmadığı tarihsel bir evreydi bu dönem. Toprağa ana demiş, yar bellemiş. yara ikrar verip yol eylemiş.Atalarımızın başlattığı bu serüven, rıza toplumunun sonlanması, talancı köleci aşamaya geçmesiyle sona ermiştir. Doğaya uyum anlayışından uzaklaşarak , başka yarları gasp edip yeni ahlaki formunu talancı bir anlayışla sürdürmüştür. Kendi türünü köle haline getirerek hem kendine hem de doğaya yabancılaşmıştır. Kurduğu devletler diğer insan topluluklarını esir alarak ve diğer canlılara da zulüm ederek doğanın dengesinden kendi çıkarına göre bir denge kurgulamıştır. Güneşin, suyun ve toprağın oluşturduğu rızk-ı paylaşmak yerine gasp edip tek elde toplanmasını sağlamıştır. Bu gelişim sınıflı toplumların oluşmasına ve doğadan kopuşa zeminini hazırlamıştır.
Şu yaşadığımız yüzyıla kadar yaşanan ganimet savaşları ve kültürü insanlığın kendi öznesinde kurduğu yeni yaşam formu; Doğa tarafından kabul görmemiştir. İnsanoğlu ikrarından vazgeçerek yoldan çıkmıştır. Mühürlediği dağları çorak bırakmış, aziz bildiği suyu kirletmiş. Kutsadığı toprağı betonlaştırarak kendi ocağınıda dağıtmıştır. Ocağın söndüğü tarihsel bir evredeyiz. Talancı ve yağmacı bir zihniyetle doğadan ayrışan insan yaşam formunun da sonuna gelmiştir. Artık kendini yok edecek düzeydedir.
Büyüklerimiz yol cümleden ulu derlerdi. Yol küllerinden yeniden var olur derlerdi. Artık bir güncelleme zamanı gelmiştir. Her inanç bir lider bekler. Biz deli bekleyenlerdeniz. Delide irfan, yosmada zerafet görenlerdeniz. Hırsızdan marifet, yoksuldan keramet bekleriz. Birazda kendimizi güncellememiz gerekecek. Eğer yaşamımız doğa kültürüyle devam etseydi, geleneklerimiz ve davranışlarımız buna göre şekillenecekti. Ahlaksal anlayışımız, renkliliğimiz buna göre saçaklı hale gelecekti. Eko sistemin dışına çıkan insan, mekanik bir yaşamın parçası haline gelerek mutasyona uğramıştır. İnsan vücut sıcaklığı 0.01 derecelik artışta havale geçiriyor ve beyin hasar görüyor, felç oluyor. Küresel ısınmayı bu örnekle anlamaya çalışırsak; nasıl bir havale ile karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz ve eko sistemin felç halini idrak edebiliriz sanırım. İnsan atamız kurduğu yerleşik sistemle, doğadan ayrışırken, kurduğu sistemin bir parçası haline gelmiş. Maddi manevi sistem tarafından kuşatılan insan, Kendisi için değil sistemin ayakta kalması için çabalamış. İnsan bu kuşatmaya maruz kalmasaydı, üretkenliğini kendi ihtiyaçlarına göre kullansaydı, doyuma ulaşmak istediği alanda gelişebilecekti. Önümüzde ki hafta Hızır ayı. Hızır ayı kışa denk gelir. Oruçlar kışın tutulur. Bunun nedeni doğada kışın kıtlık yaşanır ve insan atamızda bu kıtlık aylarında az tüketerek doğaya ayak uydurur. Yazımı sonlandırırken doğaya verdiğimiz ikrarı hatırlayarak yola yeniden dönmeliyiz diyerek sonlandıralım. Yol cümleden uludur.
Sadık AKTAŞ