logo
logo
Haberler


ÜCRETİN TARİHSEL GELİŞİM

 

  Dr. Ahmet TERZİOĞLU

Ücret; ekonomik, toplumsal, politik yönleri bulunan önemli bir kavramdır. Ücretin seviyesi ve korunması çalışanların refah düzeyini, ülkenin ekonomik göstergesini belirler. Ücretlinin sosyal refahı, ülkeyi yöneten iktidarın da rahatlamasına etkendir.

Bu çalışmamızda kişi, toplum ve iktidar açısından bu denli önemli olan günümüzdeki konumuna gelene kadar zor şartlarda birçok evrelerden geçen ücretin tarihi gelişim süreci incelenmiştir.

Çalışmamızın ilk kısmında genel anlamda ücreti anlattıktan sonra ilkçağlarda ve ortaçağ Avrupa’sında ücretin ve işgücünün ne konumda olduğunu ele aldık. Yakınçağ Avrupa’sındaki gelişim ve özellikle sanayi devrimiyle oluşan aşamalardan sonra Türkiye’deki ücret gelişimi inceleme konusu yapıldı. Mecelledeki ücret kavramını gördükten sonra dinler açısından ücret kavramı kısaca ele alındı ve akabinde sonuç kısmıyla çalışma sona erdirilmiştir.

l- Ücret Kavramı

 

            Ücret, öncelikle iktisadi bir kavramdır. İktisat bilimi ücreti çeşitli yönlerden incelemekte, iş hukukunda ise, hizmet akdinin temel unsuru olması ve devlet müdahalesi ya da toplu iş sözleşmeleri yolu ile korunması nedenleriyle ele alınmaktadır.[1] Ücretler, gerek emek karşılığı çalışan insanların gelirini ve hayat seviyesini tayin eden bir unsur olarak gerek sanayinin gelişmesine etki eden önemli bir maliyet unsuru olarak ve gerek milli gelirin çeşitli gelir grupları arasındaki dağılış tarzını belirten bir gösterge olarak çok yönlü bir öneme sahiptir.

Ücret kavramıyla ifade edilen; işgücünün değişim değeridir. İşveren işçiye, işçinin sahip olduğu işgücünün değişim değerini ödeyerek, işgücünün kullanımını bir süre için satın almaktadır. İşçinin, işgücünü satması demek belli bir karşılık alarak bir başkası için belli bir süre çalışmaya razı olması demektir. İşgücü ise, insanın canlı varlığında bulunan ve üretim süreci sırasında harcanan enerjidir. İnsan hizmeti, insan faaliyeti bir emek sonucunda meydana gelen olaylardır. İnsan emeğinin bedeni veya fikri olması ücretin mahiyetini değiştirmez. Çünkü ücret, çalışma sonucunda yaratılan değerin bir bedeli veya tazminatıdır.  İşveren açısından iş sözleşmesinin en önemli amacı işçinin emeği olmakla birlikte, işçi açısından bu sözleşmenin en önemli noktasını çalışması karşılığı alacağı ücret teşkil etmektedir.

Ücret kavramı, ekonomik açıdan; emeğin fiyatı olarak belirtilirken, sosyal siyaset alanında işgörenin geçim aracı, iş hukukunda, işgörenin emeğinin karşılığı, maliye alanında vergi kaynağı olarak tanımlanmaktadır. İşletmelerde ise işçi ve işveren olmak üzere iki yönlü bir görünüme sahiptir. Emeğin karşılığı olan ücret, kişilerin bedensel ya da düşünsel çabaları karşılığında elde edilen bir gelir olduğu için öteki gelir kaynaklarına göre daha çok öneme sahiptir. Ekonomik niteliği yanında toplumsal niteliğinin de olması, insanlığın her çağında emek ve ücrete olan ilgiyi yoğunlaştırmıştır.

 

II- Ücretin Tanımı

 

            3008 Sayılı İş Yasasında ücretin tanımına yer verilmemişti. 1967’de kabul edilen 931 sayılı İş Yasasında ise ücretle ilgili hükümler ayrı bir bölümde toplanmış hem de ücretin tanımı yapılmıştır. Aynı sistematik bugün yürürlükte olan 1475 sayılı yasada da korunmuştur.

Ücretle ilgili tanımlar, oldukça değişiktir. Bu değişikliklere ücret kavramının çeşitli yönlerden ele alınması büyük ölçüde etkili olmaktadır. Ücret; “çalışılmadığı halde ücret ödenmesini gerektiren durumların dışında, yapılan bir hizmetin (işin) karşılığı olarak, işveren veya üçüncü kişilerce işçiye sağlanan ve para veya parasal değeri bulunan menfaatlerden oluşan bir gelir çeşididir.” biçiminde tanımlanabilir.

1475 sayılı İş Yasasının 26 ncı maddesi ücreti şu şekilde tanımlamış bulunmaktadır: “Genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve nakden ödenen meblağı kapsar” şeklindedir. Deniz İş Kanununun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasında ise, “ücret, gemi adamına işi karşılığında işveren veya işveren vekili tarafından nakden ödenen meblağdır” şeklinde tarif edilmiştir. Basın İş Kanununun ücret başlığını taşıyan 14 üncü maddesi ve Borçlar Kanunu ücrete ilişkin bir tanım getirmemiştir. Ücret konusu, 4857 sayılı kanunun 32 ila 41 inci maddeleri arasında düzenlenmiştir. Ücret ve ücretin ödenmesi başlıklı 32 nci madde şu şekilde düzenlenmiştir: “Genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır. Ücret, kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir…ücret, en geç ayda bir ödenir.İş sözleşmeleri veya toplu iş sözleşmeleri ile ödeme süresi bir haftaya kadar indirilebilir…ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır” kanunda gösterilen bu ifadeler, ücretin tanımı ve ödenmesi ile ilgili hükümleri ortaya koymaktadır. Ayrıca yine 4857 sayılı Kanunun 34 üncü maddesi, ücretin gününde ödenmemesini, aynı kanunun 35 inci maddesi ücretin saklı kısmını, 37 nci maddesi ücret hesap pusulasını, 38 inci madde, ücret kesme cezasını, 39 uncu madde asgari ücret konusunu, 40 ıncı madde, yarım ücret konusunu, 41 inci madde ise fazla çalışma ücreti konularını düzenleyen bu kanunun ücretle ilgili önemli hükümleridir.

Yargıtay kararlarında ise ücrete ilişkin şöyle bir tanıma rastlamaktayız: “…genel olarak ücret, hizmet akdinin bir şartıdır ve iş karşılığı kararlaştırılan veya yasalarla belirlenen bir paradır. Bunun yanında Anayasada ise ücretin tanımı mevcut değildir. Anayasa 55/1’ “ücret, emeğin karşılığıdır” ibaresine yer vermiştir. Fakat bu hüküm, ücretin anayasal bir tanımı olarak görülemez. Çünkü bu hükümde ücretin tanımından çok, ücretin fiili bir çalışma karşılığında ödeneceği belirtilmiş bulunmaktadır.

 

III- Ücretin Tarih Boyu Gelişimi

 

            Tarihin ilk devirlerinden beri insanların başkalarına bağımlı  biçimde iş gördüğü inkar edilemez bir gerçektir. Bununla birlikte modern anlamda bir iş hukuku ve hizmet akdi (işçi-işveren) ilişkisinin sanayi devrimiyle ortaya çıktığı, bunun ise 18 inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kendisini gösterdiği kabul edilir.

            Ücretlilik düzeni bize geçmiş dönemlerden kalmıştır. Günümüzde bu düzenin toplumlarda insan emeğinin kullanımında gittikçe yaygınlaşan bir biçimde geçerli olduğunu görebilmekteyiz. Yaşadığımız deneyler ve edindiğimiz tecrübelerden, ücretlilik düzeninin, insanlığın uçsuz bucaksız gelişim zinciri içinde bir halkadan ibaret olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Aşağıda ücretin gelişim evrelerini incelerken, ücretin yanında işgücünün kullanım biçimlerini de inceleyeceğiz.

 

 1- İlkel Dönemlerde İşgücü ve Ücret

 

İlkel komün düzeni olarak da adlandırabileceğimiz bu dönem binlerce yıl önce varolmuştur. İlk gelişme dönemlerinde yeryüzündeki bütün toplumların yaşayışına bu düzen egemen olmuştur. Bu dönemde üretim güçleri gelişkin değildi ve ilkel durumda bulunmaktaydı. Yalnızca yaş ve cinsiyet farklılığından ileri gelen bir iş bölümü mevcuttu. Üretim ilişkileri, üretim araçlarının (toprağın ve tarım araçlarının) ortak mülkiyeti üzerine kuruluydu. Silahlar, giyim ve ev eşyaları üzerinde de ortak mülkiyet mevcuttu. Ortak mülkiyete bağlı bir sonuç olarak, bir kısım insanların başka kişilere ücret veya benzeri maddi bir değer karşılığında emeklerini satmaları söz konusu değildi. Çalıştıranlar ve çalışanlar gibi bir ayırım yoktu. İlk çağlarda hemen bütün ülkelerde çalışma, hür insanlar için bir hakaret olarak algılanmış, üretim, esirler veya halkın aşağı kabul edilen tabakaları tarafından yapılmıştır.

 

2- Ortaçağda İşgücü ve Ücret (Avrupa’da)

 

            ilk çağların geniş ölçüde tarımsal uğraşılara dayanan ekonomik örgütlenmesi ortaçağda biraz daha çeşitlenmiştir. Tanımın yanında küçük, sade, insan ve hayvan enerjisi ile işleyen el tezgahlarına dayanan zanaat ve kentlerin büyümesi, krallıkların doğması, ulaşım olanaklarının genişlemesinden daha fazla yararlanarak geliştirilen ticaret, ortaçağın ekonomik örgütlenmesinin esasını oluşturmaktadır. Ortaçağ, beşinci yüzyıldan onbeşinci yüzyılın ortasına kadar uzanan zaman bölümünü kapsamaktadır. Bu çağın düşünce yapısı, geniş bir biçimde Yunan düşüncesinin ve daha sonra Roma’da doğmuş bulunan Hıristiyanlığın etkisi altında kalmıştır. Romalı hukukçular, özel mülkiyeti sınırsız bir biçimde kabul etmişler ve korunmasını öngörmüşlerdir. Ayrıca sözleşme özgürlüğünü de yasal güvence altına almışlardır.

            Ortaçağın düşünce ortamı ve ekonomik örgütlenmesinin biçimine vücut veren kurumları, toplumun esas itibariyle iki sınıfa ayrılmış olmasına dayanır. Sınıflardan biri, toprağın mülkiyetini elinde tutan feodal soylular, öteki de bu toprak sahiplerine bağlı olarak topraklarda soylular için çalışan serflerdir. Daha sonraları haçlı seferleri vasıtasıyla doğu ile temas sağlanmıştır.

Savaşlar bitince doğu ile ticaret başlamış ve gelişmiştir. Sanayi, hemen hemen bütün ortaçağ boyunca zanaata dayanmıştır. Zanaat ise lonca denilen örgütler tarafından düzenlenmiş bulunmaktaydı. 

a- Birinci Devir

 

Onuncu asra kadar devam eden bu zaman süreci, esaret şeklinde çalışma ve aile endüstrisi ile belirtilebilir. Bu devrin üretim şeklini aile endüstrisi ve meslektaşlık birlikleri teşkil eder. Bu devirde ailenin en geniş manada anlaşılması lazımdır. Bu aile, aile reisinin idaresi altında olmak üzere bütün aile efradını, ailenin hizmetkarlarını ve esirlerini içermektedir. Bu devirde bağımsız sanatkarlar da görülmektedir. Fakat bunların sayısı azdır ve seyyar olarak gezip yevmiye ile günlük iş aramaktadırlar.

 

aa- Yunanistan’da

 

            En eski devir Yunanistan’ında üretim, esas itibariyle esaret şeklinde çalışma üzerine dayanmaktadır. Serbest sanatkarların çalışmaları ile aile endüstrisi ve aile çalışması ikinci planda kalmaktadır. Çünkü eski devrin ilk zamanlarında özellikle hakim olan fikir; bireysel ve ücretli çalışmanın bayağı olduğu ve vatandaşlık şerefini düşürdüğüydü. Ayrıca büyük arazi sahipleri kendileri bizzat çalışmamakta, fakir kişileri veya esirleri çalıştırmaktaydılar. Sanat sahipleri de saygıdeğer kişiler olarak kabul edilmediklerinden Site’nin  de idaresine iştirak ettirilmezlerdi.

 

bb- Roma’da

 

            Roma’da cumhuriyetin ilk zamanlarında ortaya çıkan çok sayıda savaşlar ve elde edilen savaş zaferleri esir kitlesini arttırdığından, bunun sonucu olarak işçi ücretleri düşmüştür. Cumhuriyetin ilk zamanlarından beri mevcut olan esnaf cemiyetleri de işçi ücretlerinin düşmesini önleyememişlerdir. Fakat zamanla imparatorlar kuvvetlenerek ilk zamanlardaki şiddetlerinden yavaş yavaş vazgeçmişler ve iş hayatını daha normal bir şekle dönüştürmeye ve gerçek çalışma özgürlüğünü iade etmeye çalışmışlardır. Daha sonraları ise çalışma, imparatorlarca bir hak değil, ifası zorunlu olan bir görev şeklinde kabul edildi. Bu anlayışın sonucu olarak esir ve işçi, efendisinin veya sahibinin malı idi. İşçinin sahibi olan kimse işçiyi istediği gibi kullanır ve tüm tasarruf haklarını onun üzerinde kullanabilirdi.

            Eski Yunanistan’da ve Roma’da ikinci ve üçüncü yüzyıllara kadar insanlar iki ayrı kategoriye ayrılmıştı: vatandaşlar ve esirler. Halk, kamu makamları, mevcut mevzuat ve hatta filozoflar, esirleri; düşünen, duyan ve her insan gibi bir ruha ve hakka sahip olan kimseler olarak kabul etmiyorlardı. Eflatun ve Aristo, insanlığın geniş bir kısmını teşkil edenlerin, maddi ihtiyaçları tatmin için ağır bir iş olan üretim faaliyetinde bulunmaları ve azlığı teşkil eden seçkin sınıfın da sanat, felsefe ve politika ile ilgilenmeleri gerektiği fikrindeydiler. Romalılara göre, serbest bir insana layık işler, her şeyden önce ziraat ve toptan ticarettir. Diğer bütün işler şerefsiz ve utandırıcıdır.

            b- İkinci Devir

 

            Bu devir, milattan sonra onuncu asırdan onbeşinci asrın sonuna kadar devam eden ve beş asırlık bir zamanı içeren feodalite devridir. Bu devirde derebeylikler, genellikle en yüksek tepelere inşa edilmiş şatolarında yerleşerek asırlarca devam eden Roma medeniyetinin meydana getirmeğe çalıştığı yenilik hareketlerini semeresiz bırakmışlardır. Onikinci ve onüçüncü asırlarda derebeyler emniyeti oluşturarak, ticaret ve sanayinin gelişmesine etken olmuşlar ayrıca serflerin ve kölelerin azad edilmesinde rol oynamışlardır. Onikinci asrın sonlarına doğru serflerin azad edilmesiyle, senyörler de üzerine serfe karşı bir takım vazifeler almaya başlamışlardır.

            Ortaçağ Avrupa’sında ücretlerin gelişimini sağlayan bir kurum da korporasyonlardır. Korporasyonlar, esas itibariyle ustalar arasında tesis edilen meslek teşekkülleridir. Bunların içinde kalfa ve çırakların bir rolü bulunmamaktaydı. Korporasyonların statüleri esas itibariyle imalatın tekniğini, ustaların pazarla, işçilerle ilişkilerini tayin ve tanzim ederlerdi. Korporasyonlarda işçi ve işveren münasebetlerinde usta mutlak bir hakimdir. Çalışma şartları, ücretler korporasyonlarca yani ustalarca tespit olunmaktadır. Kalfa ve çırak iktisadi olarak tamamen ustaya tabidir.

 

3- Yakınçağ’da İşgücü ve Ücret

 

            Bu devir, onbeşinci asırdan onsekizinci asıra kadar devam eden dönemdir. Bu devirde Avrupa’da feodal senyörlerin kalıntıları üzerine güçlü bir merkezi idare kurulmuştur. Bu yeniden yapılanmış hükümetler, sanayi ve ticaretin gelişmesini arzu ettiklerinden dolayı sanat kuruluşlarının yeniden hayat bulmalarına yardım etmiş ve zorlukları ortadan kaldırmağa çalışmışlardır.

            Üretim, eski çağda olduğu gibi aile üretimi olmaktan çıkarak atölyeye yöneldiği zamanda, imalatın usullerinin ve tarzlarının tespiti ve kontrolü bakımından korporasyonlar iyi sonuçlar vermişlerdir. Fakat korporasyonlardaki bazı noksanlıkları gidermek amacıyla İngiltere’deki özellikle Kraliçe Elizabeth zamanında, çıraklar ile kalfalar için ve bunların ücretleri hakkında birtakım çok ciddi ve esaslı emirnameler çıkarılmıştır.

 

 

4- Yakınçağdan Günümüze İşgücü ve Ücret

 

            Bu devir, onsekizinci yüzyıldan günümüze kadar olan devirdir. Bu devrin başlangıcını 1789 Fransız ihtilalindeki halkın başkaldırısı ve İngiltere’deki sanayi inkılabı teşkil eder. Onsekizinci yüzyılın sonlarında liberal doktrin işçi ve işveren ilişkilerinde sözleşme özgürlüğünü getirmiştir. Ayrıca klasik örneğini 1791 yılında Fransa’da gördüğümüz Chapelier Kanunu ile her türlü meslek teşekküllerinin yasaklandığını görmekteyiz.

            Akit serbestisi ve mesleki örgütler kurma yasağı, sanayi inkılabının hızlı gelişmeler kaydettiği onsekizinci ve Ondokuzuncu yüzyıl başlarında işçilerin hayat şartlarının kötüleşmesine neden olmuştur. Çünkü sanayi inkılabıyla beraber şehirlere akın eden insan kitleleri yaşamak için çalışmak yani emeklerini satmak zorundaydılar. Zirai sektörden bol miktarda sınai sektöre akın eden işgücü, arz ve talep kanununun kendi aleyhine işlemesine mani olacak tedbirlerin alınmasını temin edememekte  ve bunun sonucu olarak ta sermaye karşısında zayıf kalarak kendisine teklif edilen ücreti kabul mecburiyetinde kalmaktaydı.

            Modern anlamda bir iş hukuku ve işçi-işveren ilişkisi sanayi devrimiyle ortaya çıkmış ve onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kendisini göstermiştir. Bu döneme etken olan iktisadi liberalizm, insan emeğinin de bir mal gibi serbest ve eşit pazarlık çerçevesinde işverenle varılan anlaşma gereği işverene sunulacağı temeline dayanmaktaydı. Bu dönemde olumsuz çalışma koşulları bulunmaktaydı. Ondokuzuncu asır ücret ödemelerinde ‘Truck System’ adı verilen bir ücret ödeme sistemi olduğunu görmekteyiz. Bu sistemde işçiye çalışması karşılığı olarak mubayaa bonosu verilmektedir. Bu bonolar, paranın gördüğü işi, yalnız belirli yer ve şartlar altında yapmaktadır.

            Sanayi devrimi içine girmiş bütün ülkelerde üretim durmadan artmakta, ülkeler zenginleşmekte, mevcut kaynaklardan gittikçe daha çok faydalanılmaktaydı. Fakat artan bu servet ve refahtan toplumun bütün sınırları faydalanamamıştır. Daha fazla kar sağlama, serbest rekabet gibi etkenler sonucu ücretler gittikçe düşmüş sonuçta sefalet ücretine dönüşmüştür. Bu durum, Avrupa’da, özellikle İngiltere, İsviçre, Almanya ve Fransa’da kendini göstermiştir.

            Sonuçta sanayi devrimiyle ortaya özel mülkiyet ilkesi gereği üretim araçlarının sahipleri yani sermayeyi ellerinde bulunduranlar ile emeklerini bir ücret karşılığı satan işçiler ortaya çıkmış ve emek ile sermaye birbirinden ayrılmıştır. Tarihin bu seyrine bakıldığında günümüzdeki ücretin tarihteki yerine göre şu anda iyi bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Günümüz Avrupa’sında ücret kanunlarla korunmakta, çalışma koşulları ve küçük yaştaki çalışanların durumları uluslar arası anlaşmalarla belirlenmektedir. Çalışanlara tanınan toplu sözleşme ve sendika hakkı da bu koruma ve gelişimin göstergesidir.

 

IV- ÜCRETİN TÜRKİYE’DEKİ GELİŞİM SÜRECİ

 

            Türk toplumu sanayileşme sürecine batı ülkelerinden çok daha sonra girdiğinden, modern anlamda bir iş hukuku alanında batılı ülkeleri geriden takip etmiştir. Ortaçağ Türkiye’sinde de reaya, kölelik, zanaatkarlık adı altında işgücü düzeni mevcuttu.

 

1-      Osmanlı Dönemi      

 

Ortaçağda Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı imparatorluğu içinde de köleler işgücünü oluşturmaktaydı. Kölelik, tam ya da kısmi olarak çeşitli biçimlerde bütün ülkelerde görülmüştür. Ancak, kölelik düzeninin en gelişkin biçimleri Yunan ve Roma’da ortaya çıkmıştır. Kölelerin çalışmaları karşılığı herhangi bir maddi hak elde etmeleri söz konusu değildi. Köleler, bir eşya gibi satın alınmak suretiyle sahip değiştirirlerdi.

            Osmanlı imparatorluğu düzeni içinde de ‘kul taifesi, ortakcı kullar’ diye esaret sisteminin tatbik edildiği dönemden kalma toprak köleleri vardı. Bunlar, savaşlarda ele geçirilmiş esirlerdi. Esirlerin yanı sıra bir sınıf ta ‘reaya’ idi. Bu kişiler, ortaçağ Avrupa’sındaki serflerin karşılığı durumundaydılar. Serf, köleden farklı olarak kendisini çalıştırana, bedeniyle bağlı değildir. Fakat feodalin mülkünden kendisine ayrılan bir toprak parçasını işleyerek geçimini sağlardı. Bu kişilere çalışmasının karşılığı olarak bir ücret değil, ürünün bir kısmı verilmekteydi. Osmanlı’da ise Orhan Gazi zamanından sonra ‘miri’ toprak düzeni oluşmuştur. Bu düzende bütün topraklar devletindir ve bu topraklarda çalışan kişilere reaya denilirdi. Bu toprakları işletip gelirini devlet adına toplayanlar, çalışana kısım olan ‘reaya’ ya bakmakla yükümlüydüler. Osmanlı toplumunda bu düzen onaltıncı yüzyıldan sonra bozulmaya başlamış, toprağın ağa ve beylere geçmesiyle özel mülkiyet görülmüştür. Bu defa köylüler, devlet yerine bu kişilere sığınmışlardır.

            Ortaçağ Osmanlısında reayadan farklı olarak madenciler (küreciler), yaptıkları işe karşılık; maden alarak tüccara satmak hakkına sahipti. Bu durum, onları reayadan farklı kılmaktaydı. Bu farklılık, onların bir nevi ücret karşılığı çalışmalarından kaynaklanmaktaydı.

            Bu çağın bir diğer işgücü de zanaatkarlardır. Bu tür üretim ilişkisi içinde ücretlilik sistemine özgü çalıştıran ve işçi ayrımını görmek mümkün değildir. Ustalar ile onların yanında çalışan kalfalar ve çıraklar arasındaki ilişkiler ve bu arada ücret konusu; korporasyon, zaviye, lonca kanunları ve töreleri ile ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Batıda korporasyonlar, Osmanlı’da zaviye ve loncalar, esnaflığın örgütleri olmuşlardır. Bu örgütlerin dinsel yanı olmakla birlikte devlet kurmuş olduğu denetimle, meslek içi ücret ilişkilerini de belli ölçüde düzenlemişti.

            Osmanlı’nın son dönemlerinde sanayi inkılabıyla birlikte iş ve ücrete ilişkin konular, gelişme göstermeye başlamıştır. Öncelikle Mecelle’ye bu konuya ilişkin hükümler konmuş daha sonra bazı nizamnameler çıkarılmıştır. Bunlardan ilki 2 şaban 1285 tarihli Maden Nizamnamesidir. Burada mecburi çalışma kaldırılarak önemli bir aşama kaydedilmiştir. Bu nizamnamenin 61 inci maddesine göre, zorla işçi çalıştırmak yasaktır. Daha sonra çıkarılan 23 Ağustos 1325 tarihli İstanbul Hamallarına ait Talimatnamenin 3 üncü maddesi “hamalların alacakları ücret, tarifeye bağlıdır” demektedir. Bunlar, Osmanlı’da ücrete ilişkin yapılan ilk düzenlemelerdir.

            1865 tarihinde Ereğli kömür havzası için çıkarılan Dilaver Paşa Nizamnamesinin 72, 75, 76 ncı maddelerinde ücretlere, diğer alacaklara göre öncelik tanınmıştır. Ayrıca 10 eylül 1921 tarihli Kömür Havzası Kanununun 8 inci maddesi de mesainin iki kat ücrete tabi olduğunu belirterek bu konudaki gelişmelere ön ayak olmuştur.

2- Mecelle’de Ücret

 

            Ücretlerle ilgili bazı düzenlemelere Osmanlı’nın son döneminde çıkarılan ve önemli bir kanunname olan Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’de rastlamaktayız. Ülkemizde 1926 yılına kadar Mecelle hükümleri uygulanmıştır. Bu yüzden bu hükümlerin hukuk düzenimiz üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Mecelle’de hizmet akdi bir kira türü olarak (405. md.) düzenlenmiştir. Oysa bu durum günümüzdeki kabule uymamaktadır. Mecelle’ye göre hizmet sözleşmesi, iki çeşittir: Belirli ve belirsiz süreli hizmet sözleşmesi.

            Mecelle’de ücretle ilgili hükümler, dördüncü fasılda 562-566 ncı maddelerde düzenlenmiştir. 563 üncü maddeye göre, “Bir kimse bir şahsın isteği üzerine ücret belirtilmeden hizmet ettiğinde, ücret ve hizmet erbabından ise bilirkişinin takdir ettiği ücreti alır, değilse bir şey alamaz.” Yani bir kimse başka bir kimseye gördüğü iş karşılığında ücret alabilmesi için işçiliği meslek edinmiş olması lazımdır.

            Mecelle’nin 566 ncı maddesinde ise ücretlerin ayni olarak ödenmesi yasaklanmış bulunmaktadır. Bir kimse diğerine ayni bir şey karşılığı iş yapmayı taahhüt ederse kendisine ücret olarak taahhüt edilen ayni şeyin pazardaki ücreti verilir. Ayrıca 495 inci maddede çalışma süreleri kısmen tespit edilmiştir. Çalışma süreleri güneşin doğuşu ve batışı arası olarak belirlenmiştir.

 

V- İSLAM VE HRİSTİYANLIKTA ÜCRET       

 

            İlkçağ ve ortaçağ boyunca dinler, toplumların yaşam düzenine büyük etkide bulunmuştur. Özellikle ortaçağda Hıristiyanlık ve İslamiyet büyük kitlelere etki etmişler, adeta dünya, Hıristiyan ve Müslüman rekabetine sahne olmuştur. Bunun sonucu olarak haçlı savaşlarını görmekteyiz. Bu derece etkin olan dinlerin, çalışma ilişkilerine de etkisi kaçınılmaz olmuştur.

            Çıkarları doğrultusunda ücretlilik düzeninin savunuculuğunu ve koruyuculuğunu yapmak gereğini duyanların, çeşitli toplumlardaki ve çeşitli dönemlerdeki en etkili destekleyicileri arasında din adına konuşan bazı otoriteler de yer almıştır. Özellikle ücretlilik düzeninin en büyük gelişimini gösterdiği batı toplumlarının dini olan hristiyanlık adına, bu konuda takınılan tavır çok açık olmuştur. Örneğin, Papa X. Pie’nin dediğine göre “İnsan toplumlarında patronların ve proleterlerin bulunması (bu ücretlilik düzeni demektir) Tanrının düzenine uygundur.

            Hristiyan düşüncesinin ortaçağın ekonomik örgütlenmesine etkisi olumlu yönde olmuştur. Hristiyanlığın peygamberi İsa, tutsaklığı ve köleliği kabul etmemiştir. Özgür vatandaşlar ve mutlu bir yaşantı istemiştir. Ayrıca bazı hristiyan düşünürleri ve St.Thomas; değiştirilen malların üretimi için harcanan emek ve sermaye eşit olduğu takdirde, adil fiyat söz konusu olabilir demişlerdir.

            İslam dininde belirlenmiş olan ücretle ilgili hükümler, Müslümanlığı seçen toplumlarda ve dolayısıyla Osmanlı devrindeki Türk toplumlarında da etkili olmuştur. Bu hükümler, kısaca şöyle özetlenebilir:

-         Ücret, haram nesnelerle ödenemez.

-         Ücretin,iş akdi yapılırken işveren tarafından işçiye teslim edilmesi mümkün bir şey olması şarttır.

-         Gasp edilmiş bir mal, ücret olarak ödenemez.

-         Ücretin, iş akdini yapma sırasında, işverenin mülkiyetinde bulunması gerekir.

-         Ücret, bir menfaat (eşya) olarak ödenebilir.

-         Ücret, iş yapılmadan belirlenmeli ve işçiye bildirilmelidir.

 

VI- SONUÇ

 

            Ücret, tarih boyunca çeşitli evrelerden geçmiş ve bugünkü seviyeye ulaşması uzun zorlukların aşılması sonucu olmuştur. İlkel toplumlarda toplum çok küçük ve aile niteliğindeydi. Üretim araçları, ortaktı ve bu evrede ücret sözkonusu değildi. Toplumlararası savaşların başlamasıyla tutsaklık kurumu ortaya çıkmış ve köleler çalışan kısmı oluşturmuşlardır. Köleler, boğaz tokluğuna çalışmakta olduklarından zaten ücret de söz konusu değildi.

            Ortaçağda derebeylik döneminde serf ve reaya denilen çalışan köylü kesimi oluşmuştur. Bu kişiler de boğaz tokluğuna çalışmaktaydılar ve burada da ücret söz konusu değildi. Daha sonraları loncaların ortaya çıkmasıyla dinsel ve yasal kurallar etkin olmuştur. İşgücü sınıflaması yapılmış ve ücret ortaya çıkmaya başlamıştır. Ustalar, çırakları yetiştirir, bu kişiler, kalfa olunca da az da olsa ücret almaya başlamışlardır.

            Endüstri devrimiyle birlikte ücret, gerçek kişiliğini bulmuştur. Endüstri toplumunda işçi sınıfı oluşmuş ve bunlar, emeklerinin karşılığını ücret olarak almaya başlamışlardır. Ücretin toplumsal ve ekonomik yönü giderek daha büyük boyutlarda tartışılmaya başlanmış, çeşitli yasal ve ekonomik düzenlemeler yapılmıştır.

            Ücretin binlerce yıllık tarihi gelişim sürecine bakınca günümüzdeki durum büyük zorluklardan geçilerek gelindiğini görmekteyiz. Ücretle ilgili en önemli gelişmelerin, son yüzyılda oluştuğu tartışılmaz bir gerçektir. Bugün kanunlarla korunan toplu sözleşmeli, grevli ücret, ulaşılmış iyi bir noktadır ama daha da geliştirilmelidir.




Okunma Sayısı: 106





3.139.67.67






DİĞER HABERLER

- .